Hüküm Vermede Hadisin Kullanılışı
Kur'an 'ın korunması sünnetin de korunmasını içine alır. Çünkü sünnetin Kur'an'i takyid [kayda bağlama] ve tahsis edici olduğu konusunda ihtilaf yoktur ve sünnet Kur'an'in açıklayıcısı, güvenilir bekçisidir; keyfi yorumlara tabi tutulmasını önler. Genel anlamda sünnet reddedilemez ve sünnetin ortadan kalkması demek ondan boşalacak yerin sünnetin tam ziddi olan bid'atle doldurulması demektir. Eğer sünnet bütünüyle reddedilebilir olsaydı bizler için Allah Resulünde (A. S.) güzel örnekler olduğunun bildirilmesi abes olurdu ki; yüce Allah (C.C.) bundan münezzehtir. Yine Kuran'da defalarca Resule itaat emredilmekte ve inananların aralarında çıkan anlaşmazlıklarda Resulü hakem tayin edip, verdiği hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan kabul edip teslim olmadıkları sürece tam mü'min olmadıkları beyan olunmaktadır.
Nasıl, insanların içinden seçtiği peygamberler aracılığıyla emir ve yasaklarını kullarına duyurması Allah için acz ve eksiklik değilse sünnet de Kur'an-i Kerim için bir yetersizlik değildir. Sünnet, Hz. Peygamberin (A. S.), Allah'ın emirlerine uygun hareket etmek maksadıyla seçip yasadığı hayat, gittiği yol demektir. Bu seçimi, yaşantısı ve takipçilerine örnekliği sırasında asla sirk üzere olmamış bir hafiftir.
Bu noktada hadislerin sünnet içindeki yerine gelebiliriz. Bu kişim büyük oranda Muhammed Gazali'nin Düşünce Mirasımız kitabından[*] derlenmiştir.
Hz. Peygamberin (A. S.) hemen hemen bütün hadislerini içine alan altı hadis kaynağı 3. yüzyıl baslarında ortaya çıkmıştır[**]. Kitapları yazanlar bu alanda otoritelerdi. Hz. Peygamberin sözleri geçen 200 yıllık dönemde dilden dile halk arasında dolaşıyordu. Bunların kimisi yazılı metin haline getirildiği gibi, kimisi hafızlarca muhafaza ediliyordu. Çoğu zaman ise halk sahih hadis ile olmayanı birbirine karıştırıyordu. Bilindiği gibi Ebu Hanife Irak'ta, İmam Malik de Hicaz bölgesinde fıkıh ekollerini kurdular [Ebu Hanife, hadis ekolünce rey ehli olarak bilinir, pek çok içtihadında hadise dayanmaması kıyasıya eleştirilir --B. Ç.]. Mezhepler, Allah'ın Kitabi ve sünnetine dayanıyordu. İslam tarihinde sünnetin Kuran'a ek saygın bir kaynak olduğuna karsı çıkan olmamıştır. Gerçi bazen bazı sözlerin Peygambere ait olup olmadığı konusunda tartışmalar, farklı görüşler çıkmıştır. Fakat köklü temeli sarsıcı değildir.
altı hadis kaynaklarını hazırlayan zatlar, kendilerini büyük bir mirasın önünde buldular. Bu zatlar hadisleri nasıl seçti? İmam Buharı hadisin zaptına ilişkin esaslara en sadik kalandır. Hadisin kabul edilir, alınabilir olması noktasında ramilerin birbiriyle buluşmuş olmalarını Sart görür ve alır. Bunun yanında doğal olarak ramilerin birbirinin çağdaşı olmasını Sart koşar. İste Sahih-i Buharı böyle bir süzgeçten geçerek oluşmuştur. İkinci imam, İmam Müslim ise hadis alımında biraz daha müsamahakar davranmıştır. O ramilerin çağdaş olmalarıyla yetinmiş birbiriyle buluşma şartını aramamıştır. Müslim'deki hadis şayisi daha bir kabarıktır. Diğer kalan dördü ise sahih hadisleri içerdiği gibi, hasan, zayıf ve mevzu hadisleri de içermektedir.
Yine de bu dördü Ahmet bin Hanbeli'n Müsned'inden daha dikkatli hazırlanmıştır.
Ahmet bin Hanbeli'n Müsned'i yaklaşık 30.000 hadis içermektedir ki Muhammed Gazali bunların içinde asilsiz olanların varlığından kuskusu bulunmadığını söylemektedir.
Bu tür uydurma rivayetlere örnek olarak Muhammed Gazali şunları söylüyor:
... Ibn-i Kesir, Ahmet bin Hanbeli'n bu rivayetini tefsirine almistir. Oysa Ibn-i Kesir tefsiri, esere (rivayet ya da hadise) dayalı tefsirlere kaynaklık eden bir tefsirdir. Bu tefsirde, Zürr'den gelen rivayete göre, Zürr diyor ki: Ubey bin Ka'b bana, "Ahzab suresini nasıl (nereden) okuyorsun veya okuduğun bu surenin ayet şayisi ne kadar?" diye sordu. Ben de, "73 ayet" dedim. O da "Asla, ben Ahzab suresini gördüm. Gördüğüm kadarıyla da, bu sure, Bakara suresine denk bir suredir..." dedi.
Bu, sakat bir sözdür. Yani yüce Allah, kırk sayfayı dolduran bir vahiy indirecek, sonra da bu vahiyden 34 sayfasını eksiltecek ya da kısacak, geriye sadece altı sayfalık bir vahiy bırakacak öyle mi? Bu bir saçmalıktır. Keşke rivayet edilmeseydi. Kaldı ki Ahmet bin Hanbeli'n Müsned'inde hem önemsiz rivayetler, hem de atılması gereken uydurmalar vardır. Benim uyarım su noktada olacaktır: Kuran'a ilişkin gelen bilgilerin bu türden hikayelere ve saçmalıklara tahammülü yoktur.
Yine Müsned'de yedi harfle ilgili bir hadis vardır. İnsanin bu hadise gülesi gelir. Nitekim cumhur ulema bu hadisi açıkça reddetmiştir. Fakat buna rağmen İmam Nevevi, Müslim şerhinde ona yer vermiş ve "Yedi harf içerisinde olmak üzere Kur'an-i Kerim'i okurken "Semian, Basiran (Isiten, Gören)" yerine, "Hakiman, Aliman (Hikmet Sahibidir, Herseyi Bilendir)" seklinde de okunabilir. Yeter ki azap ayeti yerine rahmet ayeti konmamış olsun" demiştir.
Bu hikaye oldukça saçma ve bozuk bir hikayedir. Hatta yalan olduğunu söylemek için nakletmek bile doğru değildir. Fakat bütün bu mevzuat (uydurmalar), son vahyin kapsamına giren büyük tevatür topluluklarının önünde hiçbir öneme sahip değildirler. Kur'an hafızları o kadar çoktur ki bunlar ordular halinde Kur'an'i kalben, ezberden okuyup gelmişlerdir. Dolayısıyla hırsızlama türünden olan bu türden hikayeler birtakım nevadır [az sayıda] kitaplarda yer alsalar da bir değerleri yoktur. Alimler de bunlara hiç önem vermeden geçtiler. Bizim bunları sunmamızın nedeni, Islımda hiçbir öneme haiz olmayan hadisleri nakledenler içindir.
Birbiriyle veya diğer bazı ilmi ya da akli gerçeklerle uyuşmaz gözüken rivayetlerin bazı muteber hadis kitaplarında yer almış olmasına gelince, bu konuda dikkatten kaçırılmaması gereken bir nokta bulunmaktadır. O da hadis tasnifçilerinin bir arşiv uzmanı gibi arşivlemeye layık gördükleri her belgeyi, o belgeleri kendi uzmanlıkları açısından değerlendirecek araştırmacılara ulaştırmayı esas almış olmalarıdır. Bunun faydaları tartışılmamakla beraber bazı rivayetlerin temel kriterlerin bazısına başvurulmadan --mesela rivayetin Kur'an'daki kat'i bir delille çelismemesi-- alinmasi sahih hadislerin ve ona bagli olarak dinin bütünü üzerinde kuskular uyandirmaya çalisan düsmanlarin eline koz vermistir.
Sahih hadislerin sayisi olarak kesin bir rakam vermek mümkün degildir. Sahih adiyla telif edilmis hadis kitaplarinda bulunan hadisler ile diger sahih hadis kaynaklarindaki hadislerin toplami asagi yukari 20 bini bulur. Ancak unutulmamalidir ki, sahih, hasen ve zayif gibi terimlerle anilan hadisler hakkinda daima farkli görüs beyan edenler olabilir. Çünkü bu degerlendirmeler, arastirmaya dayali, nisbi degerlendirmelerdir. Bilgisayar teknolojisinden faydalanarak kendilerine "sahih" hükmü verilmis hadislerin sayimini yapmak mümkündür. Dahasi "sahih" hükmü verilen hadisler belli konu basliklari altinda topluca incelendiginde daha verimli bilgiler elde edilebilir.
Muhammed Gazali kitabinin Hadislerde Senet ve Metin kisminda Mustafa Siba-i'den hadislerde uydurmanin varligini gösteren delilleri söyle siraliyor:
Hadiste uydurma alametleri
- Senedde uydurma alametleri:
- Hadisi rivayet edenlerin yalancilikla taninan kimseler olmasi.
- Uyduranin itiraf etmesi.
- Ravinin kendisiyle bulustugu sabit olmayan bir hadis bilgininden rivayette bulunmasi, ya da hadis seyhinin ölümünden sonra ondan dinlemiscesine rivayette bulunmasi veya hadisi kendisinden dinledigini ileri sürdügü hadis aliminin bulundugu yere hiç gitmediginin sabit olmasi.
- Bazen de hadis ravisinin durumundan ve ruhsal durumundan uydurma oldugu anlasilabilir. Mesela Yusuf bin Ömer et-Teymiden Hakimin tahric ettigi hadis "Yusuf bin Ömer diyor ki: Biz Sa'd b. Tarif'in yaninda idik, çocugu aglayarak mektepten geldi. Sa'd ogluna 'Neden agliyorsun?' deyince, o da 'Ögretmen beni dövdü' dedi. Bunun üzerine Sa'd, 'bugün kesinlikle onlari rezil edecegim' dedi ve ekledi, 'bana merfu olarak Ibn Abbas'tan Ikrime söyle aktardi: Çocuklarinizin ögretmenleri, sizin kötülerinizdir, onlar yetime karsi acimasiz, yoksullara karsi da oldukca kati yüreklidirler.'"
Mesela un helvasi hadisi de buna baska bir örnektir: "Un helvasi bele kuvvet kazandirir." Bunu hadis diye uyduran kisi, un helvasi yapip satan Muhammed b. Haccac Mahai'dir.
- Metinde uydurma alametleri:
- Sözde zayiflik ve yavanlik.
- Mana bozuklugu. Öyle ki hadiste sözü edilen seyler ulü-l elbaba [düsünebilenlere] aykiri düser. Bunun baska türlü yorumu yoktur. Genel hüküm ve ahlak kaidelerine aykiri düser. Ya da sehevi duygulari kamçilar veya uygun olmayan bir seye davet eder, çagristirir. His ve müsahedeye aykiridir. Ya da tarihte kesin olarak bildirilen bir gerçege aykiri birsey içerir veya Allah'in insan ve kainat hakkindaki kanununa aykiridir.
- Tevil ve yorum kabul etmeksizin Kur'an'in açik ve kesin hükmüne aykiridir. Ya da mütevatir olan kesin sünnetin açik hükmüne muhaliftir. Veya Kur'an ve sünnetten alinan genel kurallara aykiridir.
- Hadisin ravisinin asiri mezhep taassubuna sahip birisi olmasi ve muhtevanin ravinin mezhebini övmesi.
- Hadisin içerdigi kapsam açisindan oldukça büyük bir kesim insan tarafindan aktarilagelmesi ve bunun oldukça yayginlik kazanmasi gerekirken, büyük bir topluluk içinde meydana geldigi söylenen olayin söhret bulmayip sadece bir tek kimse tarafindan rivayet edilmesi.
- Hadisin küçük bir fiile ya da ise, oldukça büyük bir sevabi içermesi veya ufak bir hataya oldukça siddetli bir azap ya da ceza tehdidi yöneltilmesi.
Yukaridaki kriterlerden birine göre reddedilen hadise örnek vermek gerekirse: Aziz ve Celil olan yüce Allah'in Kitabinda kesin olarak bildirdigi gibi tüm alemin yaratilmasi alti günde tamamlanmistir. [YEVM kavramina bakarsaniz Kur'an'da yevmin sadece insan katindaki bir gün olmadigi bazi ayetlerde binlerce yillik süre için de kullanildigi görülür. --B. Ç.] Böyle kesin bir bilgi olmasina ragmen nasil olur da bir kimse dalginca davranir ve "yaratilan varliklar yedi günde yaratilmistir" diye hadis rivayet edebilir? Sonra da kalkilip herkesin bildigi Kur'an gerçeginden oldukça uzak bir sekilde yaratilis olayi etrafli ve detayli anlatilacak, olacak sey degil!...
Imam Müslim, Imam Nesai ve daha baska hadis imamlarinin Ebu Hureyre'den (R. A.) rivayetlerine göre, Ebu Hureyre Rasulüllahin söyle buyurduklarini aktarmistir. "Allah topragi (yeri) cumartesi günü yaratti. Ondaki daglari pazar günü yaratti. Agaçlari pazartesi günü yaratti. Hos karsilanmayan seyleri sali günü yaratti. Nuru ve aydinligi çarsamba günü yaratti. Canlilari da yeryüzüne persembe günü dagitip yaydi. Hz. Adem'i de cuma günü ikindiden sonra, ikindi vaktiyle gece vakti arasindaki bir zamanda yaratti." --Müslim, Münafikun:27; Ahmet bin Hanbel, 2/327
Bu tür örneklere, bir elin parmagini geçmese bile, en saglam hadis kaynaklarindan birincisi Buhari'de dahi rastlamak mümkündür. Peki birtakim sebeplerden dolayi bazi ahad hadisleri reddeden birisi hakkindaki durum nedir? Küfürle itham edilebilir mi? Hadisin gelisinde, yani vurudunda kesinlik veya zannilik ölçüsünü açiga kavusturmak için ilim adamlarinin tevatür ve ahad [tek] ile tespit ettikleri kurallari açiklamamiz gerekir.
Alimler sünneti ikiye (bazilari üçe) ayirmislardir: (a) Tevatür yoluyla bize kadar ulasanlar; (b) ahad yoluyla bize kadar gelenler. Tevatürün tanimi söyledir: Bu tür haberleri bildiren raviler sayica o kadar fazladir ki, dogal olarak bunlarin bir araya gelip ayni konuda yalan söylemek üzere anlasmalari muhaldir, imkansizdir. Ancak tevatür haberde, bu çogunluk hemen her tabakada, yani isin basinda da, ortasinda da ve sonunda da sürmeli ve bu, gerçeklesmis olmalidir. Hepsinin de ayni olayi Hz. Peygamberden rivayet etmeleri, sonra tipki bunlar gibi, bunlardan rivayet edenlerin de sayica oldukça çok olmasi ve bunun bize ulasana dek ayni çogunlugu sürdürerek gelmesidir. Usül alimlerinden biri söyle der: "Mütevatir haber, bir rivayetin Hz. Peygamberden (A. S.) sana ulasmasinda arada hiçbir kopuklugun bulunmamasidir. Bu rivayet neredeyse görülüp duyulur hale gelmeli, bu kesin kaniyi vermelidir. Mesela: Kur'an-i Kerim'in bize ulasmasi, bes vakit namaz, namazlarin rekat sayisi, zekat miktarlari gibi... Bunlar mütevatirdir, inkari da küfürdür." Gelen haber (hadis) tekrar yoluyla veya --bazi tabakalarinda da olsa-- rivayetcilerin sayisinin azalmasiyla gelmisse böyle bir haberin Rasulüllahtan bize kesin olarak ulastigi söylenemeyecegi gibi, bu tür bir haber mütevatir de olamaz. Bu tür haberlere "Ahad" haber denir. Çünkü haberin Hz.Peygambere (A. S.) ulasmasinda bir süphe vardir. Dolayisiyla böyle bir haber yakin ifade etmez.
Yusuf el-Kardavi de Ihtilaflar Karsisinda Islami Tavir isimli kitabinda ahad bir hadisi reddeden kimsenin hiçbir alim ve fakihce tekfir edilmedigini söyleyerek, eger bir ahad hadisi reddeden hiçbir delile sahip olmadan reddediyorsa hakkinda söylenebilecek en agir sözün bid'at veya sapiklikla nitelemek oldugunu belirtiyor. Konuyla ilgili verdigi örnekler de söyle:
Ehl-i sünnet alimleri; cennette Allah'in görülecegini ifade eden meshur hadisler, peygamber efendimize sihir yapilmasi olayini hikaye eden hadisler... vb. birçok sahih hadisi inkar eden haricileri ve mutezileyi bundan dolayi tekfir etmemislerdir. Ibn-i Kuteybe Te'vilu Muhtelifi'l-Hadis adli kitabinda bu hadisleri ele almis ve elestirilere cevap vermistir.
Baskalarinin sahih gordügü bir hadisi, kendisi sahih görmedigi için reddeden nice alimler vardir. Cerh ve ta'dilde Imam Yahya b. Main; Buhari ve Müslim'in kitaplarinda naklettikleri "sadakanin farzlari" ile ilgili hadisleri kabul etmemistir. Müminlerin annesi Hz. Ayse'nin de Kur'an'in zahirine muhalif gördügü bazi hadisler hakkinda özel görüsleri vardir. O, bu hadisleri dinleyen sahabeleri, Allah Rasülünden iyi dinlememek ve hadisi alis hususunda dikkatli olmamak gibi suçlarla itham ederek reddetmistir. Bu duruma örnek su hadisler verilebilir:
"Ölüye, ardindan ailesinin aglamasi nedeniyle azap edilir." O birden fazla sahabenin rivayet ettigi bu hadisi "hiç kimse baskasinin günahini yüklenmez" (En'am:164) ayetiyle çelisik görmüstür. Allah Rasulünün Bedir kuyusu basinda dikilerek kuyuya gömülmüs Kureys'in ileri gelenlerine isimleriyle seslendigini ifade eden hadisi de "sen kabirde olanlara isittiremezsin" (Fatir:22) ayetine aykiri görüyordu. Buna karsin ne sahabelerden, ne de sonraki nesillerden hiçkimse müminlerin annesi Hz. Ayse'yi (R. A.) dinindeki ve yakinindeki bir zayiflikla, ya da zevcesi Allah Rasulünün sünnetini reddetmekle suçlamadi, kötülemedi.
Bir harami ya da farzi isbat etmede, ahad hadisin baslibasina bagimsiz bir delil olup olmadigi konusunda alimler farkli görüsler ortaya koymuslardir.
Imam Safii ve ona bagli olanlar, namaz, oruç, hacc ve zekat gibi ameli hükümleri inkar edenlerin kafir olacagini, fakat ilahiyat (yüce Allah) ile ilgili seyleri, risaletlerle ilgili hususlari, ahiretle ve gayblerle ilgili (mesela Mehdi hadisleri) haberleri içeren ilmi hükümleri inkar edenler olursa bu kimselerin küfre girmeyeceklerini söylerler. Çünkü Ahkam-i Ilmiye denen meseleler, ancak Allah'in Kitabindan veya Rasulünün mütevatir sünnetinden (hadis) kesin bir delil ile sabit olur.
Hanefiler ve onlara tabi olanlarsa ahad olan hadisin bir farzin ya da haramin ortaya konmasinda basli basina bagimsiz bir delil olamayacagini, bu vacip ister ameli anlamda bir farz olsun, ister ilmi anlamda bir farz olsun farketmeyecegini savunurlar. (Hanefi imamlarinin bu görüsüne ragmen ilmihal kitaplarinda midye-istakoz yenilmesinin haram kilinmasi nedir acep? Hatta bu konuda hadis de yok.) Buna göre, ahad bir hadisle gelen bilgiyi inkar edenlerin kafir sayilamayacaklarini söylerler. Nitekim Hanefi fikhi usulcüleri bunu benimsemislerdir (Hadis ekolünü temsil eden bazi Hanbelilerin, basta rey ekolünü temsil eden Ebu Hanife'yi tekzip etmelerinin sebebi bu belki de). Pezdevi der ki: "Ahad hadisle yakin (kesin) bilginin elde edilebilecegi iddiasi batildir, geçersizdir. Çünkü ahad haber kuskusuz ihtimallidir. Bir yerde ihtimal varsa, orada yakin bilgi olamaz."
Imam Satibi de el Muvefekat kitabinda su görüse yer veriyor: "Sünnet, bir farzi ve harami kendi basina isbata yetkili degildir. Sünnetin görevi, Kur'an'in genel olan lafzini tahsis etmek, mutlak olani takyid etmek kapali olani açiklamaktir sadece. Bu hususlarin da mutlaka mütevatir hadislere dayanmalari gerekir. Yoksa ahad hadis bu hususta geçerli delil olamaz."
Selman-i Farisi'den Hz. Peygamberin söyle dedigi rivayet edilir: "Helal Allah'in Kitabinda helal kildigi seydir. Haram da Allah'in Kitabinda haram kildigidir. Hakk'in sükut ettigi, bir sey söylemedigi ise sizin için affedilendir (mübah)" (Tirmizi, 6; Ibn-i Mace, 60). Satibi de, "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ulul emre (idareciler) itaat edin" (Nisa:59) ayeti üzerine cumhurun söylediklerine su cevabi veriyor: "Allah'in Rasulüne itaatin vacip olusu O'nun genel hükmü tahsis etmesi, mutlak hükmü kayda baglamasi ve mücmel (anlasilmaz gibi) olani tefsir etmesidir. Iste mütevatir hadis de budur. Hz. Peygamberin (A. S.) getirdigi herseyin Kur'an'dan olmasi gerekir. Çünkü Hz. Ayse'nin "onun ahlaki Kur'an idi" (Müslim, Musafirin:139) seklindeki ifadesi bunu gösteriyor. Yine sünnet bir bütün olarak yüce Allah'in "...Ayrica bu Kitabi da sana, hersey için açiklama ...olarak indirdik" (Nahl:89) kavlinin anlamina dahildir, bunun içindedir." Nitekim Satibi bunu yüce Allah'in kavliyle teyid etmektedir, "Biz o Kitap'ta hiçbir seyi eksik birakmadik"(Enam:38). Cumhurun Hz. Peygamberden (A. S.) rivayet olan su hadisi göstermelerini de ayet reddediyor. "Pek yakinda biriniz çikip söyle konusacak: Iste Allah'in Kitabi. Onda yeralan helal seyleri biz de helal kabul ederiz. Onda yer alan haramlari biz de haram sayariz. Dikkat edin, benden kime bir hadis ulasir, o da bunu yalanlarsa kesinlikle Allah ve Rasulünü yalanlamis demektir." (Tirmizi, Libas:6; Ibn-Mace, Atime:60) Önce bu hadisin ravileri arasinda Zeyd bin el Habbab bulunuyor. Bu adam çok hata yapan yanilan biridir. Bundan dolayi bu kisiden Buhari ve Müslim bir tek hadis bile rivayet etmemistir. Müsellemu's-Subut ile Tahrir adli kitaplarda su ifadeler yer alir: "Vahid haber yakin (kesinlik) ifade etmez. Bu konuda hadis ister Buhari ve Müslim'de yer alsin, ister baska kaynaklarda yer alsin farketmez.""
Sonuç; bu açiklamalardan anlasilacagi gibi bir seyi farz ya da haram kilmak ancak yakini (kesinlik tasiyan) anlamindaki, subuti ve delaleti de kat'i olan bir delil ile sabit olur. Bu durum sünnete nisbetle ancak mütevatir olan hadislerle gerçeklesebilir. Sünnet bir seyi farz kilmada bagimsiz degildir. Mutlaka o seyin fiilen olmasi veya Kur'an'a baglanmasi gerekir. Buna göre kim, bir farzi veya harami ortaya koymada sünnetin bagimsizligini kabul etmezse o kimse, ancak üzerinde imamlarin ihtilafa düstükleri, farkli görüsler ortaya koyduklari seyi inkar etmis olur. Yoksa zaruri olarak bilinmesi gereken bir seyi inkar etmis sayilamaz ve bundan dolayi da tekfir edilemez.
[*]
Muhammed Gazzali, Düsünce Mirasimiz, Sura Yayinlari, Istanbul.
[**] Bu alti kitap Kütüb-ü Sitte
adiyla da anilir ve sunlardir: Buhari ve Müslim'in Sahihleri; Nesai, Ebu Davud,
Tirmizi ve Ibn-i Mace'nin Sünenleri.
Kaynak : wakeup.org