AMMÂR B. YÂSİR
Müşriklerin büyük işkencelerine duçar olan ilk sahabilerden
biri. Adı Ammâr, künyesi Ebû Yakazan, babası Yâsir, annesi Sümeyye idi.
Kaynaklarda nesebi şöyle kaydedilir: Ammâr b. Yâsir b. Âmir b. Mâlik b. Kinâne
b. Kays b. Hasin b. el-Vedim b. Sa'lebe b. Avf b. Hârise b. Âmir el-Ekber b.
Yamğ b. Anes b. Mâlik el-Anesi elKahtânî. (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe,IV, I, 44).
Ammâr'ın babası, aslen Kahtanlı'ydı. Öz yurdu Yemen'di.
Yâsir, Yemen'den çıkarak Mekke'ye geldi. Yanında oğulları Hâris ve Mâlik de
vardı. Burada Mahzumoğullarının müttefiki oldu, Ebu Huzeyfe b. el-Muğîre
el-Mahzûmî'nin cariyelerinden Sümeyye ile evlendi. İşte Ammâr, bu evlilikten
doğmuştur. Ebû Huzeyfe, Ammâr'ı çok severdi. İkisi adeta büyükbaba ve torun
gibiydiler (İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübrâ,III, 247).
Ebû Huzeyfe'nin ölümünden sonra Mekke'de İslâmî davet
gittikçe ilerledi. Resulullah (s.a.s.) Erkam b. Ebi'l-Erkam'ın evinde bulunduğu
sırada Süheyb-i Rûmî Hz. Peygamber'e giderek müslüman oldu. Suheyb, yakın
arkadaşı Ammar'ı da Allah Resulü'ne götürüp onun da müslüman olmasını sağladı.
Ammâr, Resulullah'ın huzurundan çıktıktan sonra evine gelip, anne ve babasına da
İslâm'ı anlattı. O gün onlar da İslâm'a girdiler.
Buhârî'nin rivayetine göre Ammâr der ki: "Resulullah
(s.a.s.)'ı gördüğüm zaman etrafında beş köle, iki kadın ve Ebû Bekir (r.a.)
vardı. Aslında Ammâr'ın İslâm'a girdiği günlerde müslümanlar daha fazlaydı.
Fakat, bunlar, müslümanlıklarını açığa vurmadıkları için Ammâr'ın onları
sayamaması tabiidir. Bu sırada müslümanlar Kureyş'in zulmünden çekindikleri için
dinlerini açıkça ortaya koyamıyorlardı (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, IV, 44).
Ammâr, Mekke'de yabancı bir adamdı. Annesi cariye ve babası
da Kureyşli değildi. Bunun içindir ki, onun bu şehirde malı ve mülkü olmadığı
gibi, iktidar ve nüfuzu da yoktu. Annesi, Mahzumoğullarının cariyelerindendi.
Müslüman olunca efendileri çileden çıkmış ve ona türlü türlü işkence ve cefalar
çektirmişlerdi. Fakat iman şuuru, ilk müslümanların kalbinde o kadar derin bir
şekilde yerleşmişti ki, bunlar imanları yüzünden uğradıkları her mihnet ve
meşakkati nimet sayıyorlardı.
İman, onların iliklerine işlemişti ve bu yüzden İslâm uğrunda
hiç bir şeyden korkmuyorlardı. İşte İslâm tarihinde ilk şehid Ammâr'ın annesi
Sümeyye oldu. Sümeyye ve eşi Yâsir Mekke yöneticileri olan müşrikler tarafından
aynı günde şehit edilmişlerdi.
Ammâr bir gün Hz. Peygamber'e kendisinin ve ailesinin
uğradığı eza ve cefadan bahsetti. Resulullah (s.a.s.)'da ona: "Sabrediniz,
sabrediniz, siz Ammâr'lar, Allah'ın lütfuna mazhar olacaksınız." buyurdu. Başka
bir gün de Resulullah, Ammâr ailesini Cennet'le müjdelemişti.
Bir gün müşrikler Ammâr'ı gaddarca işkencelere uğrattılar,
yapmadıkları eza tatbik etmedikleri işkence kalmadı. Hz. Ammâr, bu korkunç ve
dayanılmaz işkenceden kurtulmak için, onları hoşnut edici birkaç söz söylemek
zorunda kaldı. Kâfirler, mustas'af ve himayesiz bir adama yaptıkları eza ve
cefalarla söylettikleri sözlerden memnun olarak onu serbest bıraktılar. Hz.
Ammâr, müşriklerin elinden kurtulur kurtulmaz, koşa koşa Resulullah'ın huzuruna
vardı ve olanları anlattı. Kendisini kızgın kumlara yatırdıklarını ve kuyuya
sarkıttıklarını, eğer Lât ve Uzza lehinde ve Resulullah aleyhinde konuşursa
bırakacaklarını, aksi takdirde öldüreceklerini; durumun ciddiyetini görünce de
sırf kendini kurtarmak için diliyle bazı şeyler söylemek zorunda kaldığını
anlattı. Bunları anlatırken bir taraftan da gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Bu
manzara karşısında Resul-u Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurdu!
-Ammâr! kalbine sor, kalbini nasıl hissediyorsun ?
-Ya Resulallah, kalbim, imanın verdiği zevkli duygularla
dopdolu!
-Ammâr! tekrar böyle muamelede bulunurlarsa, sen de onların
dediklerini yap (Nesâi, İmân, 17)
Resulullah'ın bu ruhsatı vermesinin ardından şuayet-i kerime
nazil oldu.
"İnandıktan sonra Allah'ı inkâr eden, kalbi imanla yatışmış
olduğu hâlde inkâra zorlanan değil, fakat küfre göğsünü açan, küfürle sevinç
duyan kimselere Allah'dan bir gazap iner. İşte onlar için büyük bir azap
vardır." (en-Nahl, 16/106).
Böylece müminlere tehlike karşısında kurtuluş için diliyle
inkâr eder gibi davranma ruhsatı verilmiştir (İbn Sa'd, Tabakât, III, 248).
Ammâr'ın annesi ve babası İslâm davasının ilk şehitleridir.
Bu itibarla Ammâr âilesinin İslâm tarihindeki mevkii çok büyüktür. Hz. Ammâr,
anne ve babasının İslâm davası uğrunda şehit olduklarını görmekle imanı daha da
artmış, müşriklerin bütün eza ve cefalarına göğüs germişti. Bütün ashab onun bu
fedakârlığını, herkes için bir ibret numûnesi olan hâllerini yâd ederlerdi. Sâid
b. Cübeyr ile Abdullah b. Abbâs (r.a.) Ammâr'ın ancak en dayanılmaz işkencelere
uğradığı anlarda müşriklerin elinden kurtulmak için birkaç söz söylediğini beyan
ve ifadede birleşirler. Hz. Ammâr, uğradığı bütün bu müşkülleri, giriftâr olduğu
bütün işkenceleri derin bir sabırla karşılamış kalbinde yerleşen tevhîd inancı,
bir lahza bile sarsılmamış; çölün kızgın kumları, kızgın kayaları sırtını ve
göğsünü yaktığı veyahut sular içine daldırılarak boğulmak istendiği zamanlarda
bile kalbi hep kelime-i tevhid ile çarpmıştı.
Ammâr b. Yâsir'in Habeşistan hicretine katılıp katılmadığı
konusunda ihtilaf vardır. Bazılarına göre, iki Habeş hicretinde de bulunmuştur.
Hz. Ammâr Medine'ye ilk hicret edenlerden idi. Hz. Ammâr, Medine'de Hz. Münzir
b. Abdülmübeşşirin misafiri oldu. Resulullah (s.a.s.) Medine'ye gelince, onu,
Hz. Huzeyfe b. Yemân el-Ensârî ile kardeş yaptı. Ammâr, bu din kardeşinin
verdiği arazî parçasında çalıştı. (İbn Sa'd, Tabakât, III, 249).
Resulullah'ın Medine'ye gelmesi üzerine ilk yapılan iş,
mescid inşasıydı. Resulullah bizzat ashabıyla beraber bu inşaattà çalıştılar.
Ammâr da bütün gücünü sarfederek herkes bir taş getiriyorsa o iki taş getirip,
sürekli şu sözleri terennüm etmişti: "Biz müslümanlar, mescidler inşa ederiz!..
"
Ebu Sâid el-Hudrî der ki: Hepimiz mescid için birer taş
taşıdığımız hâlde, Ammâr ikişer taş taşıyordu. Resulullah, onu görünce
üzerindeki tozları silkeleyerek şöyle buyurmuştu: " Vah Ammâr vah! Seni azgın
bir topluluk öldürecektir. Sen onları Hakk'a davet ederken, onlar seni
Cehennem'e çağıracaklar. "
Yine bir defa, başka bir münasebetle Resulullah şöyle
buyurmuştur: "Eyvah, Sümeyye'nin oğlunu azgın bir topluluk öldürecektir. " (İbn
Sa'd, Tabakât, III, 252).
Ammâr b. Yâsir Bedir gazasından başlayarak Tebük gazasına
kadar Rasûlullah'ın bütün cihad hareketlerine katıldı. Her savaşta gösterdiği
cesaretle varlığını ortaya koydu. Hiç bir gün Resul-u Ekrem'in gazvelerine
katılmaktan geri durmadı. Resulullah'ın vefatından sonra, Hz. Ebu Bekir (r.a.)
devrinde yapılan önemli cihat harekâtlarında da aynı şecaat ve cesaretle
savaştı. Hz. Abdullah İbn Ömer* der ki: Yemâme'de mürtedlere karşı yapılan
savaşta öyle bir yiğit gördüm ki, düşmanların saflarını yerle bir ediyor,
etrafındaki bahadırlara "Cennet ilerdedir!..." diyordu. Araştırdım, bu bahadır
insanın Ammâr b. Yâsir olduğunu öğrendim. İşte bu bahadır mümin Yemâme savaşında
bir kulağını kaybetmişti.
Resulullah, Ammâr'ı çok sever ve korurdu. Bir gün Ammâr,
Hâlid İbn Velîd ile tartışmış, Resulullah bu tartışmayı duymuş ve Hâlid (r.a.)
Resulullah'a Ammâr'ı şikâyet yollu ve ağır sözlerle ithama başlayınca Ammâr
ağlamıştı. Bunun üzerine Resulullah: "Kim Ammâr'a düşmanlık ederse Allah'a
düşmanlık etmiş olur. Ammâr'a düşman olanın düşmanı Allah'tır." (Ahmed b.
Hanbel, IV, 89, 90) buyurmuştu. Hâlid İbn Velîd (r.a.) olayın devamını şöyle
anlatmıştır. "Resulullah'ın yanından çıktım. Ammâr'ın hoşnutluğunu kazanmaktan
başka bir arzum kalmamıştı. Yolda Ammâr'a kavuştum ve onun gönlünü almağa
çalışıp kendimi affettirdim."
Hz. Ammâr, Hz. Ömer (r.a.) devrinde Kûfe valiliğine tayin
olundu. Hz. Ömer, tayin için yazdığı emirnamede şöyle demişti:
"Size Ammâr b. Yâsir'i emir, Abdullah b. Mes'ud'u öğretici
olarak tayin ettim. Her ikisi de Bedir'e katılanlardandır. Onları dinleyiniz ve
onlara itaat ediniz. İbn Mes'ud'u, yanımda alıkoymayı tercih ettiğim halde, sizi
kendi nefsime takdim ettim ve onu size gönderdim. Osman b. Hanif'i de Irak'a
gönderdim. Bunların yevmiyeleri bir koyundur. Onun yarısını Ammâr'a verin ve
kalanını da diğer ikisi arasında taksim edin. " (İbn Sa'd, Tabakât, III, 252).
Hz. Ammâr, bir sene dokuz ay kadar Kûfe'yi mükemmel bir
şekilde idare etti, fakat bir süre sonra Kûfe'nin ileri gelenlerinin isteklerine
boyun eğmemesi yüzünden, hoşnutsuzluk ile karşılaştı. Hz. Ammâr'ın tutumundan
şikâyetçi olan Kûfe'liler isteklerini sürekli Hz. Ömer'e bildirip durdular.
Onun, vazifesini yürütme kudretinde olmadığım ve ona itimat etmeyeceklerini
söylediler. Sonunda Hz. Ömer, Ammâr'ı azlederek, yerine Ebu Musa'l-Eş'âri'yi
tayin etti. Kûfelilerin Ammâr aleyhinde söyledikleri: Onun siyasete vâkıf
olmadığı, kifâyetsiz olduğu ve memuriyetin sorumluluğunu takdir etmediği gibi
şeylerdi. Hz. Ömer (r.a.) Hz. Ammâr'ı azlettikten sonra: "Azlolunmaktan üzüldün
mü?" diye sormuştu. Hz. Ammâr: "Valiliğe tayin olunmaktan memnun olmamıştım,
fakat azlimden de müteessir oldum ! .." dedi .
Hz. Osman devrinde, karışıklıklar başladığı zaman; müminlerin
emiri Hz. Osman (r.a.) bunun sebebini öğrenmek için belli başlı bölgelere en
güvenilir sahabîleri teftişle görevlendirdi. Bu arada Hz. Ammâr'ı da Mısır'a
gönderdi. Hz. Ammâr, Mısır'da olup bitenleri araştırıp, inceleyerek sonucu
Halife'ye bildirecekti. Basra, Kûfe, Şam gibi önemli merkezlere gönderilenler,
vazifelerini yerine getirerek sevindirici haberlerle döndükleri hâlde Hz. Ammâr,
çok gecikti. Hatta Medine'de onun akıbeti hakkında endişeler bile belirmişti.
Nihayet Mısır valisi Abdullah b. Ebi's-Serh, yazdığı mektupta Halîfeye durumunu
bildirdi. Vali mektubunda şöyle diyordu: "Ammâr b. Yâsir'i, Mısır'da bir grup
kendisine çekerek, etrafında toplandı."
Cemel olayından sonra Hz. Ali, Muaviye'ye karşı hareket
edince iki taraf Sıffîn mevkiinde buluştular. Hz. Ammâr, Halife Hz. Ali'nin
ordusunda yer aldı. Bu savaşta en çok gayret gösteren ve canla başla çarpışan
Hz. Ammâr idi. Amr b. el-Âs, Muâviye ordusundaydı. Muharebenin en şiddetli
anında Ammâr, ilerleye ilerleye Amr b. el-Âs'ın yanına varmış ve aralarında
şöyle bir konuşma olmuştu:
Ammâr:
-"Amr! Mısır valiliğini ele geçirmek karşılığında dinini
sattın!" Amr:
"-Hayır, öyle bir şey yok, fakat ben, Hz. Osman'ın
katillerine kısas uygulanmasını istiyorum demişti."
"-Ben seni nasıl tanıyorsam, senin hakkında öylece şehadet
ederim. Sen Allah için böyle bir şey yapmazsın. Belki bugün ölmezsen, yarın
öleceksin. Herkese niyetine göre hakkı verildiği zaman sana ne verileceğini
düşün. Sen, bugün İslâm devletinin bayrağını taşıyan adama karşı, Resulullah'ın
hayatında da üç defa savaşa katıldın. Bu da dördüncüsüdür. Senin bu seferki
hareketin daha öncekilerden daha iyi ve doğru değildir!..." (İbn Sa'd, Tabakât,
III, 259).
Bilindiği gibi Amr b. el-Âs, Bedir, Uhud ve Hendek
savaşlarında müşrik ordusu saflarındaydı. Kendisi Hendek muharebesinden sonra
müslüman olmuştu. İşte Hz. Ammâr, ona bunu ima etmek istiyordu. Sıffin
günlerinin birinde, güneş batmak üzereydi ve savaş bütün şiddetiyle devam
ediyordu. İftar zamanı geldi ve oruçlu olan Ammâr çevresindekilere: "Bana bu
dünyadaki son rızkımı veriniz!.." diye seslendi. Ona bir miktar süt getirdiler.
Ammâr sütü içtikten sonra: "Bugün dostlara kavuşacağım, Muhammedi'me,
arkadaşlarına varacağım," dedi. Bir gün Hz. Peygamber (s.a.s.) ona: "Ammâr,
senin dünyada son rızkın süt olacaktır." demişti. İşte bu gün Ammâr, onu
hatırladı. Olanca gücüyle Muâviye tarafına saldırdı. Bu sırada İbn-i Câdiye
adında biri onu yaralayarak yere düşürdü ve Ammâr şehit oldu. Ammâr'ın şehit
olması üzerine ortalık karıştı. Herkes ne yapacağını şaşırdı. Zaten akşam
olduğundan savaş da durmuştu (İbnü'l Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, III, 134).
Hz. Ali tarafında bulunan Abdurrahman es-Sülemî, Ammâr'ın
şehit olduğu akşam Muâviye'nin ordugâhına gitti. Zaten, akşamları savaş
bittikten sonra iki tarafın adamları birbirleriyle konuşmayı alışkanlık hâline
getirmişlerdi. Muâviye, Amr b. el-Âs, Ebu'l-Aver ve Abdullah b. Amr b. El-Âs,
oturmuş konuşuyorlardı. Amr b. el-Âs'ın oğlu Abdullah babasına: "Ammâr'ı niçin
öldürdünüz? Resulullah'ın onun hakkında ne dediğini bilmiyor musunuz?" dedi. Amr
b. el-Âs: "Ne buyurdu?" diye sordu. Abdullah'da şu açıklamayı yaptı: Medine
Mescidi inşa olunurken, en çok çalışan Ammâr'dı. Herkes bir taş taşırken o, iki
taş taşıyordu. Resulullah Ammâr'ı okşamış ve yüzündeki tozları silerken şöyle
buyurmuştu: 'Sümeyye'nin oğlu, herkes birer taş taşırken, sen fazla ecir
kazanmak için ikişer taşıyorsun. Bununla beraber seni, azgın bir topluluk
katledecektir!. Oğlunun bu sözlerini duyan Amr şaşkına dönmüştü. Muâviye araya
girerek durumu kurtardı: "Ammâr'ı biz öldürmedik, onu buraya getiren ve herkesi
çadırından evinden çıkartıp, buraya yollayanlar öldürdü!." Böylece Muâviye,
kendini de teselli etmek istemiştir (İbn Sa'd, Tabakât, III, 252; İbnü'l-Esîr,
el-Kâmil fi't-Tarih, III, 311; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 513).
Hz. Ali, Ammâr'ın şehit olduğunu öğrenince çok üzüldü:
"Allah, Ammâr'a rahmet eylesin. O. Resulullah'ın etrafında dört-beş kişi varken
müslüman oldu. O da, anne ve babası da Allah'ın mağfiretine mazhar olacaklardır.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), Ammâr ailesini Allah'ın mağfiretiyle
müjdelemişti." dedi. Sonra şunları ekledi: 'Ammâr'ın katili elbette
Cehennem'liktir." Bundan sonra Ammâr, teçhiz ve tekfin edilerek Kûfe mezarlığına
defnolundu. Şehit olduğu zaman doksanbir yaşında idi.
Hz. Ammâr, üstün ahlâka sahipti. Hayatta hiçbir debdebe ve
sefâhate boyun eğmemişti. Zühd ve takva sahibiydi. Fitne ve fesattan sakınmakla
beraber, onun elinde olmayarak bu olaylara karışması, uğradığı ilâhî bir
imtihandı. Son derece sade yaşayan mütevâzî bir zattı. Toprak üzerinde yatmayı,
en rahat döşekte yatmaya tercih ederdi.
Hz. Ammâr, Hz. Ali'nin en hararetli taraftarıydı ve onun
bütün muharebelerine iştirak etmişti. Kendisine bu davranışının mahiyeti
sorulduğunda, davasının müdafaasını yapmayarak sadece hakikati söylemişti. Ubad,
Ammâr'a şunu sormuştu:
-Ey Ebâ Yakazan! Sizin bu hareketiniz kendi görüş ve
içtihadınızın meyvesi midir? Yoksa size Resulullah'ın bu konuda bir vasiyeti mi
vardır?
Ammâr, şu dürüst cevabı vermişti:
-Resulullah, herkese ne vasiyette bulunduysa bize de aynısını
vasiyet etti. Şimdiki davranışımız kendi ictihadımızdır (Ahmed b. Hanbel,
Müsned, IV, 263).
Ammâr bu cevabı vererek, gerek kendisinin bir tarafa
katılarak o tarafın davasına hizmet etmekte ve gerekse Hz. Ali'nin siyasi hasım
tanıdığı taraflara karşı harb şıkkını seçmekte, sadece ve sadece kendi görüş ve
ictihadlarına uyduğunu göstermiştir. Gerçek olan bir husus vardır ki, o da Hz.
Ali ve Hz. Ammâr'ın kanaatlarında, görüş ve ictihadlarında samimi oldukları ve
İslâm devletinin varlığını korumağa gayret ettikleridir. Her ikisi de tuttukları
yolun doğruluğuna kani idiler ve bu yolda sebatla yürüyorlardı. Hz. Ammâr,
tercihinin doğru olduğuna inanmasaydı, o yolda bir adım bile atmazdı. İslâm
devletinin menfaatini Hz. Ali'ye iltihakta gördü; yaşının ilerlemiş olmasına
rağmen, ona arka çıkmaktan geri kalmayıp, nihayet savaş alanında can verecek
derecede fedakârlık ve sebat gösterdi.
Daha önce Hz. Ammâr'ın akîdesi uğrunda müşriklerden gördüğü
işkencelere nasıl göğüs gerdiğini ve gözleri önünde annesiyle babasının
müşrikler tarafından nasıl şehit edildiklerini kaydetmiştik. Ammâr, bu derin ve
samimi imanını, İslâmî farzları ifa ile ve gece-gündüz ibadet ve taatla
çalışarak takviye ederdi. İbn Abbâs şöyle der: "Şu ayet-i kerîme Ammâr hakkında
nazil olmuştur: "O ki, gecelerini sücûd ve kıyam ile geçirerek ahiretten korkar
ve Allah'ın rahmetini ümit eder." (ez-Zümer, 39/9).
Gerçekten Hz. Ammâr, daima huzur ve huşu' içinde yaşayan,
namazlarında bu halden zerre kadar ayrılmayan bir sahabî idi.
Ebu Vâil şöyle anlatır. Hz. Ammâr, bir gün bize son derece
veciz ve beliğ bir konuşma yaptı. Sonra minberden indi. Ona: "Ya Ebâ Yakazan!
Çok beliğ ve veciz söyledin, biraz daha uzatsaydın olmaz mıydı?" diye
sorduğumuzda şu cevabı verdi: "Resulullah'ın şu sözleri söylediğini duydum: "Bir
adamın namazında uzunluk, hutbesinde kısalık, onun fıkıhtaki âlimliğini
gösterir. Onun için namazı uzatınız, hutbeleri kısaltınız. Beyanda cezbedici bir
özellik vardır. " (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 264).
Hz. Ammâr; hiç bir namazını kazaya bırakmazdı.O, bir zamanlar
su bulunmayan bir yerde gusûle ihtiyaç duydu, bir hayvanın yerde sürünmesi gibi
topraklarda sürünüp teyemmüm ederek namazını eda etti Hz. Ammâr, daha sonra bu
durumu Resulullah'a anlatınca o da, Ammâr'a teyemmümü öğretti.
Ammâr Kûfe'deki valiliği sırasında cuma namazında Yâsin
Suresi'ni okurdu. Bilhassa hutbelerinde son derece kısa, veciz ve beliğ sözlerle
yetinir ve böylece Resulullah'ın sünnetine uyardı.
Ammâr b. Yâsir uzun boylu, beyaz tenli, gayet yakışıklıydı.
İslâm'ın yücelmesi, yeryüzünde hakim olması için büyük gayretler gösteren bu
sahabi, İslâm devletinin varlığına gölge düşmesin ve İslâm toplumunun vahdeti
zedelenmesin diye katıldığı Sıffîn olayında şehit olmakla, kendisinden sonraki
nesle örnek olmuştur.