CA'FER B. EBİ TALİB (?-8/629)
Hz. Peygamber'in amcası Ebû Tâlib'in oğlu. Ebû Tâlib'in Tâlib,
Akîl, Câ'fer ve en küçükleri Hz. Ali olmak üzere dört oğlu vardı. Hz. Câfer,
Rasûlullah (s.a.s) daha Erkam'ın evine girip İslâm'ı yaymaya başlamadan önce
müslüman olmuş; ikinci Hicret kâfilesine katılarak hanımı Esma binti Üveys ile
birlikte Habeşistan'a hicret etmişti. (İbn Sad, Tabakât, Beyrut, 1376/1957, IV,
34; İbn Abdilber, el-İstiâb, Kahire (t-y), I, 242).
Habeş muhacirlerinin sayısı sekseniki erkek ve on kadına
ulaştı. Daha sonra bunlardan otuzdokuz kadarı, bazı Kureyş büyüklerinin İslâm'a
girdiği haberi üzerine Mekke'ye geri döndü. Fakat bu haberin asılsızlığı ortaya
çıkınca, bazıları gizlice bazıları da Mekkeli müşrik akrabalarının himayesi
altında, Mekke'ye girebildiler. (İbn İshak, es-Sîre, Mısır 1355/1936, II, 3-10).
Kureyş müşrikleri, muhacirleri Habeşistan'dan geri çevirmek
üzere Abdullah b. Ebi Rabîa ile Amr b. el-Âs'ı değerli hediyelerle Habeşistan'a
gönderdiler. Elçiler Habeş Necâşîsi nezdinde müslümanları kötüleyince, Câ'fer b.
Ebi Talib müslümanların temsilcisi olarak konuştu ve müşriklere üç soru
sorulmasını istedi:
1) Biz Kureyş'in köleleri miyiz? 2) Mekke'de bir cinayet mi
işledik ki, zorla iade edilmemizi istiyorlar? 3) Mekke'de mal gasbettik de,
üzerimizde başkalarının hakları mı vardır?
Kureyş elçileri bütün bu sorulara olumsuz cevap verdiler.
Ancak, puta tapmayı bırakıp İslâm dinine girmelerinin suç olduğunu bildirdiler.
Bunun üzerine Necaşî, Câ'fer'e İslâm dini ile ilgili sorular sordu. Hz. Câ'fer,
İslâm'ın getirdiği iman, ahlâk ve fazilet esaslarından söz etti. Necaşî'nin
isteği üzerine Meryem Suresi'nin* baş tarafından okumaya başladı. Ankebut* ve
Rûm* surelerini de okudu. Bu sırada Necaşî'nin gözlerinden yaşlar akıyordu.
İstek devam edince, Hz Câfer Kehf* sûresini okudu. Necaşî, kendisini tutamayarak
"Vallahi, bu aynı kandilden fışkıran bir nûrdur ki, Mûsa da, İsa da aynı mesajla
gelmiştir." dedi. Hz. Muhammed'in bir peygamber olduğuna kanaat getirdi. Bunu
açıkladı ve Müslümanları himaye etti (İbn İshak, es-Sîre, I, 356-362; Ahmet b.
Hanbel, H. no:1740, 4400; İbnû'l Esir el-Kâmil, Mısır 1301, II, 37-38; İbn
Haldun, Tarih, Mısır 1355/1936, II, 178; İbn Kayyim, Zâdü'l Meâd, Mısır (t.y),
I, 301 ).
Câ'fer b. Ebi Tâlib ve arkadaşları hicretin yedinci yılında
Habeşistan'dan Medine'ye döndüler. Bu sırada Hz. Peygamber Hayber gazvesinde
bulunuyordu. Hayber ganimetlerinden Habeşistan'dan gelenlere de pay verildi (Buhârî,
Sahîh, İstanbul 1329, V, 80; Müslim, Sahîh, (Nşr. M. F. Abdülbâki), 1375/1956,
IV, 1946).
Hz. Câ'fer, Hicret'in sekizinci yılında vuku bulan Mute
gazvesine katıldı ve orada şehit düştü. Mûte, Şam'a yakın bir köy olup, halkı
Gassanîlerden ve Rumlar'dan oluşuyordu. Hz. Peygamber, Hâris b. Umeyr'i Şam'a,
Gassânî hükümdarına elçi olarak göndermişti. Mûte'den geçerken, vali Şurahbil b.
Amr tarafından yakalandı ve Hz. Muhammed'in elçisi olduğu anlaşılınca da şehit
edildi. Hz. Peygamber olaya çok üzüldü. Düşmana karşı bir ordu hazırlanmasını
istedi. Üç bin kişilik bir ordu hazırlandı. Allah Rasûlü öğle namazından sonra,
orduya Zeyd b. Hârise'yi komutan tayin ettiğini o şehit olursa yerine Câ'fer b.
Ebi Tâlib'in, o da şehit olursa yerine Abdullah b. Revâha'nın geçmesini
bildirdi. (İbn Sa'd, Tabakât, II, 128; İbn İshak, es-Sîre, IV, 15) Düşman
hristiyan Arap ve Rumlardan oluşan büyük bir ordu toplamıştı. Ebû Hüreyre şöyle
der: "Mute savaşında ben de bulundum. Müşrikleri gördüğümüz zaman onların sayı,
silâh, at, atlas, ipek, altın vb. bakımından bizimle karşılaştırılamayacak,
karşılarında durulamıyacak derecede olduklarını gördük. Gözüm kamaştı. Çarpışma
başlayınca, baş kumandan Zeyd b. Hârise, Hz. Peygamber'in sancağını elinde
tutarak ilerledi. Vücudu Rumlar'ın mızraklarıyla delik deşik oluncaya kadar
çarpıştı ve sonunda şehit oldu." (İbn İshak, es-Sire, IV,19- 20; İbnü'l Esir,
el-Kâmil, II, 236).
Zeyd b. Hârise şehit düşünce, Câ'fer b. Ebi Talib sancağı
aldı. Zırhını giyerek atına bindi. Düşmanın ortalarına kadar ilerledi.
Kurtulamayacağını anlayınca, önce attan inerek, atını düşmanın yararlanamaması
için saf dışı etti. O düşmanla çarpışırken, "Cennet de, ona yaklaşmak da ne
güzeldir. Onun şerbetleri tatlı ve soğuktur" diye mırıldanıyordu. Bu sırada
düşman tarafından vurulup, bir eli kesildi. Sancağı diğer eline aldı. O da
vurulup kesilince, sancağı koltuğunun altına kıstırdı. Aldığı yaralarla yere
düştü ve şehit oldu." (İbn İshak, es-Sîre, IV, 20; İbn Sa'd, Tabakât, IV, 38;
Buhârî, Sahîh, V, 87).
Abdullah b. Ömer der ki: "Câ'fer b. Ebi Tâlib'i şehitler
arasında aradık. Bedeninde doksandan fazla mızrak, ok ve kılıç yarası bulduk."
(İbn Sa'd Tabakât, IV, 38; Buhârî, Sahih, V, 87) Hz. Cafer'in iki kolunun da
kesilmesi üzerine, şehadetinden sonra Rasûlullah ona Cennet'te iki kanat
takıldığını haber vererek şöyle buyurmuştur: "Câfer'i, Cennet'te meleklerle
birlikte uçarken gördüm." (Tirmizî, Menâkıb, 69) Bundan sonra, kuş gibi
kanatlanıp Cennet'te uçtuğu hadisle sabit olan Câ'fer'e "çok uçan Câfer"
anlamında "Câfer-i Tayyâr" lâkabı verilmiştir.