EBÛ MUSA EL-EŞ'ARÎ (ö.44/666 ?)
Sahâbî. Hz. Ali ile Muâviye arasındaki savaşta meşhur "hakem
olayı"nda hakemlik yapan Ebû Musa el-Eş'ari, Yemenlidir. Asıl adı Abdullah'tır.
Ailesi ile birlikte Rasûlullah'ı görmeden Yemen'deyken iman etmiştir.
Rasûlullah'ın yanına gelmek üzere Yemen'den yola çıkan Ebû Musa, Habeşistan'a
gitmiş ve orada Ca'fer b. Ebî Tâlib ve diğer müslümanlarla buluşmuştur.
Medine'ye ulaştıklarında Hayber'in fethi tamamlanmıştı. Rasûlullah Ebû Musa'ya
harbe katılmış gibi ganimetten pay vermiştir (İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbe, II, 30,
235, 245).
Ebû Musa el-Eş'arî, Mekke'nin fethine ve Huneyn gazasına
katılmıştır. Huneyn gazasından sonra Rasûlullah, Evtas vâdisinde toplanan
Havazin kabilesini dağıtmaya Ebû Âmir'i gönderdi. Buradaki çarpışmada yaralanan
ve sonra şehid olan Ebû Âmir görevini Ebû Musa'ya devretmişti. Ebû Musa bunu
Rasûlullah'a bildirdiği zaman Rasûlullah Ebû Âmir için dua etmişti. Ebû Musa
kendisi için de dua etmesini söylediğinde Rasûlullah, "Ya Rabbi, Abdullah b.
Kays'ın kusurlarını affet ve onu kıyamet günü güzellikle kabul buyur" diye dua
etmişti.
Hicrî 9. yılda Tebük gazası vuku buldu. Ebû Musa ve
arkadaşları bu savaşa katılmak için Rasûlullah'tan deve istediklerinde
Rasûlullah onlara deve satın aldı.
Tebük seferinden sonra Rasûlullah, Ebû Musa'yı Muaz b. Cebel
ile birlikte Yemen'e tebliğe gönderdi. Onları yollarken şöyle dedi:
"Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Sarhoşluk
veren herşey haramdır; içkiden menediniz" (Buhâri, Cihad, 164; Meğazî, 60;
Müslim, Cihad, 5). Yemen'in iki tarafında Muaz ile Ebû Musa
İslâm'ı tebliğ ettiler ve sonra buluştukları noktada aralarında bir mürtedin
öldürülmesi konusunda şu tartışma geçti: Muaz: "Ya Abdullah, Kur'an'ı nasıl
okuyorsun?" Ebû Musa: "Gece ve gündüz azar azar okuyorum. Yani Kur'ân'dan okumak
istediğimi bir hamlede okumuyorum. " Muaz da şöyle dedi: "Ben gecenin başında
uyuyorum, uykumu aldıktan sonra uyanıyorum ve Allah'ın kitabından okuyacağımı
okuyorum."
Yemen'de tebliğ görevini tamamlayan Ebû Musa, Vedâ Haccı'na
katıldıktan sonra Medine'de yerleşti. Yemen'de ortaya çıkan Esvedu'l-Ansı adlı
yalancı peygamber yüzünden oraya geri dönmediği anlaşılmaktadır. Hz. Ömer
devrinde Hadramut'a gitti. Orada emirlik yaptı, ancak Irak'ın fethine çıkan
İslâm ordusuna katılmak için emirliği bırakıp, orduya katıldı. Nusaybin'in
fethiyle görevlendirildi ve burayı fethetti (Taberî, Târih, 2506). Sonra, Hz.
Ömer onu Basra valiliğine tâyin etti. Valiliğinin ilk döneminde Menâzır ve Susi
illerini fethetti, İslâm devletine karşı isyan eden Hürmüzan'ı yendi.
Hürmüzan'ın kalesi Huzistan'daydı. O müslümanlara buradan saldırıyordu. Buranın
sarayları ve muazzam kaleleri vardı. Hürmüzan isyan ettikten sonra kaleyi tahkim
edip, İranlıları müslümanların aleyhinde kışkırtmıştı. Ebû Musa ile onun ordusu
Suster'de karşılaştılar. Muhârebeyi müslümanlar kazandı ve Hürmüzan, kalesine
çekildi. Hürmüzan Hz. Ömer'e teslim olmak şartıyla Medine'ye gönderildi (Taberî,
2518). Suster'den sonra Cünd-i Sabur ilini de teslim alan Ebû Musa, Huzistan'ı
emin bir yer haline getirdi. İranlılar Huzistan'ı kaybettikleri için intikam
almak istedilerse de, Nihavend meydan savaşı diye meşhur muhârebede
müslümanların karşısında yenilgiye uğradılar. Fethedilen yerlerin taksimi
meselesinde Basra ile Kûfe arasındaki anlaşmazlık sonucu Hz. Ömer toprakları
eşitçe paylaştırmış, ancak Kûfe valisi Ammar'ı azlederek, Ebû Musa'yı Kûfe'ye
tâyin etmiştir. Kûfelilerin ondan şikâyeti üzerine Ebû Musa tekrar Basra
valiliğine getirildi. Kûfelilerin Ebû Musa'yı Hz. Ömer'e şu şekilde şikayet
ettikleri zikredilmektedir: "Harp esirlerini karşılıksız tahliye etmektedir.
Devlet ve hükümet işlerini Ziyad b. Ebih'e vermiştir. Hâtie adlı şâire binlerce
dirhem dağıtmıştır. Evinde Ukayle adlı kadını en mükemmel yemeklerle beslemekte,
ona halkın yediğini yedirmeyerek büyük masraf yapmaktadır. "Bunları soruşturan
Hz. Ömer, hiçbirinin doğru olmadığını öğrenince Ebû Musa'yı görevine iâde etti.
Hicrî 23. yılda Ebû Musa İsfahan'ın fethine yardım etti, Basra'nın susuzluğunu
gidermek için 'Ebû Musa Kanalı' diye bir kanal yaptırarak şehrin su problemini
halletti. Hz. Ömer şehid edildikten sonra yerine geçen Hz. Osman zamanında altı
yıl daha Basra valiliği yaptı. 29 hicrî yılda halkın şikâyeti üzerine Hz. Osman
onu azletti ve yerine Abdullah b. Âmir'i atadı. Daha sonra H. 34 yılında Kûfe'ye
tayin edildi. Kûfe çok karışık bir şehirdi, fitne ve fesadla doluydu. Ebû Musa
burada halkı Rasûlullah'ın sünnetine dâvet etmesine rağmen, Hz. Osman şehid
edildikten sonra fitneler büyüyünce müslümanlar iki kampa ayrılmışlardı. Hz.
Ali, oğlu Hz. Hasan'ı Ebû Musa'ya yollayıp yardım istedi. Ebû Musa Hasan'a şöyle
dedi: "Rasûlullah'tan duydum: 'Öyle bir fitne kopacak ki, o zaman oturan ayakta
durandan, ayakta duran yürüyenden hayırlıdır' diyordu." Ammâr, Ebû Musa'ya
"Herhalde bu hadisi yalnız Ebû Musa biliyor" diye dil uzatınca, Ebû Musa söyle
konuştu: "Ey insanlar, fitne çok fena birşeydir. Fitne karnı aç, haris ve obur
bir canavardır. Ben size emrediyorum. Kılıçlarınızı kınlarına sokunuz.
Evlerinize çekiliniz. Biliniz ki, ben sizin iyiliğinizi istiyorum; siz de benim
iyiliğimi isteyiniz. Ben sizi aldatmıyorum; siz de beni âldatmayınız. Bana itaat
ediniz, dininizi de dünyanızı da kurtarırsınız. Bu fitnenin ateşinde onu, o
ateşi yakanlar yanar." Fakat kimse onu dinlemedi. Ardından Cemel ve Sıffîn'de
müslümanlar arasında kanlı çarpışmalar yaşandı ve hakem olayı * meydana geldi.
Hakem olayında, hâdise ve çatışmaların dışında kaldığı için
Hz. Ali'nin temsilcisi olarak tayin edildi. Aslında Hz. Ali (r.a.), onun hakem
olmasına karşıydı, ancak kendisine tâbi olanlar Ebû Musa'da ısrar edince, o da
kabul etti. Ebû Musa'nın savunduğu görüş, fitnede iki tarafın da haksızlığı ve
Hz. Osman'ın mazlum olarak katledildiği idi. Ebû Musa, Abdullah b. Ömer'in
devlet başkanlığına getirilmesini önerdi. Ancak Muâviye'nin hakemi Amr b. el-Âs
bunu kabul etmedi. Ebû Musa, hilâfetin şûra ile, yani halkın seçimine
bırakılması ile olmasını istediği zaman iki taraf da bu teklifi kabul etti. Ali
ile Muâviye'yi görevden azleden Ebû Musa, halkın serbest iradesiyle halifeliğe
yeni birinin seçileceğini sanıyordu. Oysa bilindiği gibi fitne tekrar ortaya
çıkmıştı (37/657). Ebû Musa'nın hakem olayında sonuna kadar ümmetin çıkarı
doğrultusunda hareket ettiği görülmektedir. Amr b. Âs, Ebû Musa'nın kararına
uymamış, onu aldatarak fitneyi tekrar körüklemiştir. Ebû Musa bu olaydan sonra
Mekke'ye dönerek inzivâya çekilmiştir.
Ebû Musa bir rivâyete göre Mekke'de, diğer bir rivâyete göre
Kûfe'de vefât etti. Hicrî 42 veya 44, senelerinde vefât ettiği zikredilir
(Tezkiretü'l-Huffâz, I, 21). Hastalığı sırasında feryad eden zevcesine
Rasûlullah'ın bağırıp çağırarak ağlamayı yasakladığını hatırlatmıştır (Müslim,
1, 18-19). Vasiyeti şöyledir: "Cenazemi süratle götürünüz. Peşimden kimse
gelmesin, mezarımda vücudumla toprak arasına birşey konmasın. Kabrimin üstüne
bir türbe yapmayınız. Kadınlar içinde saçını-başını yolarak ağlayanları
uzaklaştırınız. Bunu Rasûli Ekrem'den naklediyorum" (Ahmed b. Hanbel, Müsned,
IV, 397).
Ebû Musa, valilik görevinde bulunmasına rağmen daima fakirlik
içinde yaşamıştır (İbnü'l-Esir, 111, 143). Ebû Musa ilmin yayılmasına ve değer
kazanmasına özellikle önem vermiş, halkı ilme teşvik için hutbe okumuştur.
Rasûlullah'a en yakın olanlardan biriydi ve ondan birçok şeyler öğrenerek
başkalarına aktarmıştır. Rasûlullah zamanında fetvâ vermek için icâzet aldığı
söylenir (Tezkiretü'l-Huffâz, I, 21). Ebû Musa güzel sesiyle Kur'an okurken
herkesi büyüler, Rasûlullah onu dinlerdi (İbn Sa'd, Tabakat,, IV/I, 80). Ebû
Musa aynı zamanda muhaddistir. Üçyüzaltmış civarında hadis rivâyet etmiştir.
Buhâri ve Müslim elli hadisini müşterek nakleder. Ebû Musa hayatında her zaman
Rasûlullah'ı örnek almıştır. Gördüğünü veya duyduğunu aynen tatbik etmek
istemiştir. Takvâya son derece önem veren Ebû Musa, hayâ ve temizliğe bilhassa
düşkündü. "Hayâ imandan bir şubedir" demiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV,
415). Hiçbir zaman servete, mala-mülke itibar etmedi. Ümmetin hayır ve
menfaatinden başka bir şey düşünmedi. Fitnelerin dışında kalmak istedi. Cemel ve
Sıffîn muhârebelerinin dışında kâldı. Fitneye karışan kardeşi Ebû Rahm'e şöyle
demiştir: "Rasûlullah'tan şöyle dediğini duydum: 'İki müslüman kılıçları ile
karşılaşacak olurlar da biri diğerini katlederse ikisi de cehennemlik olur''
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 403). Oğlu Ebû Bürde bir gün aksırdığında
babasının kendisine "Yerhamükellah" dememesinin sebebini şöyle anlatır: "Babam,
Peygamber efendimiz'den, 'Herhangi biriniz aksırdığı zaman eğer elhamdülillah
derse ona yerhamükellah deyin, demezse siz de yerhamükellah demeyin ' diye
buyurduğunu duydum" (Buhâri, Edeb, 137). Kalabalık bir cemaati vardı. Onlara
Kur'ân dersi verirken şöyle derdi: "Kur'ân öyle bir şeydir ki, ona uyarsanız
sizin için ecir, uymazsanız ağırlık ve yük olur. O halde ona uyunuz, o size
uymasın. Zira Kur'ân kendisine uyanları cennete götürür, uymayanları da yüzüstü
cehenneme sürükler" (el-Hılye, 1, 257).